bu sabah balıkçı teknelerinin oraya gittim Turgutreis te
oturdum kahvelerine
oturdum kahvelerine
iki farklı dünya vardı önümde
sol karşım büyük yatların teknelerin limanıydı
sağ yanım küçük balıkçı motorlarının sığınağı...
sol karşım büyük yatların teknelerin limanıydı
sağ yanım küçük balıkçı motorlarının sığınağı...
Ege denizine doğru baktım önce
daha doğrusu Akdeniz' e
deniz bana aynı kokusuyla koktu gene
sular da sakindi
biraz da sessizlik vardı çevrede
zira sonbahardı ya artık zaman
dışarıdan kasabaya gelenler geri gitmişti evlerine
ondan...
bu aralar dalgalanma da yoktu
ne denizde
ne de bu denizler benim diyenlerin gönlünde...
şimdilik...bir martı uçtu sol üst yanımdan
yatların yelken direklerinin üzerinden uzaklardan
üstümden geçerken ses verdi o martı sesiyle
sanki onları sevdiğimi bilircesine...
bildiğimiz martı işte...
sağ yanda karşıda
kışlama için karaya çekilmiş bir balıkçı motoru vardı
altında üstünde bir şeyler yapan
üç beş adam çalışıyorlardı...
alttaki boyayı temizliyorlardı spiralleriyle
diğer yandan da
tamir ve çekiç sesleri sessizliği bozarken
martının sesi karıştı gitti hepsinin gürültüsüne...
martının sesi karıştı gitti hepsinin gürültüsüne...
ağır aksak ritmiyle
önümdeki kayalara yavaşça vuran sudan gelen ses
sakin sakin çarparken alttan oralara
sanki bir bendirin derisine hafiften vurur gibiydi...
ya da bir kudüm sesi gibiydi galiba
bilenin bildiği o ses gibi...
hafiften
dum
dum
işte o an dalgaların ritmi
dinlendiren bir ses olarak girdi içime...
her biri gözümü dinlendirdi...
her bir diğeri sözümü dillendirdi...
az uzakta aniden beliren bir balık ortamın sakinliğini bozdu
denizin üzerinden yirmi otuz santim yukarı
iki üç metre mesafeyle ileriye doğru
beş altı kere dalıp çıkarak sudan zıpladı durdu
anlamam ya balıklardan hiç
kefal miydi acaba
ya da ne ise işte.
oturup seyrederken öylesine kıyıda etrafı
bir balıkçı kayıklarına baktım bir denize bir de gökyüzüne...
o an resmetmek istedim gördüklerimi bir yerlere
yaşananları da yazasım geldi içimden kağıda...
tariflemeliydim olanları...
tarihlemeliydim olayları...
renkler vardı oralarda yaşayan ve hayatı yaşatan...
aralarda biraz gri biraz diğer tonlar da vardı elbette
ama asıl renkler insan ve doğaydı
neredeyse çoğunun rengi aynıydı bana...
ya beyaz idi...
ya da mavi...
ama ne bir kalem vardı yanımda resmedecek bunları
zaten beceremezdim de çizmeyi
ne de bir kağıt vardı yazmaya tekneleri balıkları martıları suları
ne de bir kağıt vardı yazmaya tekneleri balıkları martıları suları
taşımalıydım aslında her zaman kalemi yanımda
bir de kalemin yanında kağıdı...
madem yoktu hiçbiri elimde
ben de o zaman kaydettim hepsini tek tek kendime...
ben de o zaman kaydettim hepsini tek tek kendime...
benliğime...
belleğime...
gözüme çizdim gördüklerimi...
dilime yazdım sözcüklerimi...
ardından kahvemden bir yudum daha aldım
tütünümden bir nefes daha çektim içime...
tütünümden bir nefes daha çektim içime...
sonra giderayak yaz mevsimi bitimi
bütün gördüklerimi yerleştirdim sineme...
gökyüzünü de...
kayıkları da...
tekneleri de...
balıkçıları da...
balığı da...
dalgaları da...
ufku da...
deniz kokusunu da...
renkleri de...
iyiydi hepsi
iyi de geldi
çünkü her yer doğal güzel ve sessizdi...
ben de
sessizlikte seyrettim hepsini sessizce...
denizi de...
martıyı da...
beyazı da...
maviyi de...
tuncaydoğanKALEMoğlu
https://twitter.com/tdkalemoglu
16. ekim. 2020,
Bodrum / Turgutreis
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder