sabahın beşini on dakika geçiyordu
uyanmıştım...
camdan dışarıyı seyredeyim istedim
zifiri karanlığın koynunda
karşıda Beykoz ışıkları parıldıyordu
havanın berraklığında
Kanlıcada...
bir kuş sesi duydum
camı açtım
bahçedeki ağaçtan geliyordu
neydi cinsi bilemedim ama şakıyordu
öyle böyle değil
çok şakıyordu
bu sesi satırlarda tariflemek maharet ister
o kadarda bende yok zaten
anlamak için güzelliğini
sabahın sessizliğinde
duymak lazım bu kuş sesini...
kuş sesi
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
hava serin ama temizdi
tenimde duydum serinliğini ve tazeliğini
derin derin ciğerlerime çektim gözlerimi kapatarak
güzeldi
nefes aldım...
soludum...
temiz havayı soluyabilmek
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
boğaz sakindi
ama
ufak dalgaları kıyının üstünde kırılıyordu
son bulurken karada ses veriyordu kulağa
beton yürüme yolunun altında kalan kıyının dalgaları
dalga sesi
beton yolun altından geliyordu
duymuyordu bile bu sesi
betonlaşan yürekler
beton yolun üzerinde yürüyenlerin hiçbiri
Kanlıca' nın doğal sahilindeki
dalganın sesini...
sanki şöyle diyordu bana
dalgalar ve kıyının toprakları
sabahın kuşluk vaktinde
sessiz seslerinin çığlıklarıyla...
üzerimi betonla kapattılar benim...
görüntümü de örttüler benim...
sesimi duyan var mı...
beton üzerinde yürümeyi tercih ettiler
doğamın üzerinde yürümek yerine
diri diri gömdüler beni buraya
ses veriyordu her yere herkese sanki
duyun sesimi diye...
ve devam ediyordu sanki
farkında bile değil hiç kimse
oysa
beni örtecekler
ve benim suyumu dökecekler üzerlerine
dua ederken
medet umarken
muhtaç kaldıklarında ve gömüldüklerinde...
doğayım ben...
su sesi...
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
bir anda ezanlar okunmaya başladı
sesleri geliyordu karşılarda
Beykoz sırtlarından
Çubuklu taraflarından
İstinye tepelerinden
Yeniköy yamaçlarından
çok uzaktı ama neredeyse sanki bir de Sarıyer' den
sabahın dinginliğinde yayılan ezan sesleri
aynı anda onlarca minareden
suları yalayıp
Anadolu yakasından Avrupa yakasına
Avrupa yakasından Anadolu yakasına
hepsi buluşuyorlardı ortalarda bir yerlerde...
çağırıyorlardı gönülleri ibadete...
ezan sesleri
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
bir araba sesi ve yüksek sesli müziği
bozdu doğanın ahengini
ardından bir erken saat sabah otobüsü
içinde insanlar
kuşluk vakti kalkmak zorunda olanlar...
işlerine gitmekteydiler
biliyorum
çoğu uykusuzluktan ayakta uyumaktaydılar
düşmeyeyim diye tutunurken bir yerlere...
bir karaltı
kocaman bir gemi silueti geçmeye başladı uzaktan
bir yük gemisi
ya da bir tanker olmalıydı
sadece kıç tarafında bir kaç ışık gerisi karanlık
büyük bir demir yığınıydı
motorunun sesi çok derinden geliyordu homurdanırcasına
kocaman...
ardından
bir tane daha bir diğeri daha
sonra
yakınından bir balıkçı motoru ve içindeki adam
küçücük...
tören geçidi yapar gibi bana
geçmekteydiler önümden
boğazın bitmeyen yükü
hepsi
boğazın Beykoz koyunda toplanmıştı bir anda
sabahın erken başlayan saatinde
beşi on geçe ile
beşi yirmi dokuz geçe arası
tüm sesler
kuşlar
dalgalar
arabalar
otobüsler
ezanlar
tankerler
hepsinin sesleri bir arada...
bir anda
önce kısa aralıklar ile ezan sesleri kesildi peş peşe
tankerler geçti gitti
arabalarda otobüslerde ara verdi
ama kuş sesi ve dalga sesi devam ediyordu
güzellerdi
hepsi doğanın sesleriydi
doğanın sesi iyidir
doğa sesi
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
gökyüzü ve deniz
gri ile mavi arası bir renk olmaya başladı yavaşça
kanatlanıp uçarken kuşlar
görünmeye başladı hepsi ufukta
yüzen gemiler de denizde
hem
önde suyu yaran burun köpüklerinin beyazı
hem de
kıç tarafında dümenin yardığı beyaz köpükler
belirginleşmişti artık
mavinin içinde siyah beyaz...
sahilde bir ağaç durur burada
o da netleşti birden
baharın gelmesiyle yeşillenen dallarının arasında yapraklar
bir uçurtma takılmıştı geçen gün
uçarken birden
yeşillerinin arasında rengarenk ve masum
onu uçurtan çocuk gibi
üzerinde kocaman açan bir çiçek gibi
tepesinde öylece durmakta
sessizce...
önümdeler
resmedilmesini seyrettim koltuğumdan tümünün
tan ağarırken kuşluk vakti
tarifledi gözüm hepsini seyrettikçe
filim gibi...
resim gibi...
satırlarımda ki gibi...
sahiller netleşti karanlık siluetin içinde artık
ortaya çıkmaya başladılar yavaş yavaş
sanki birisi geldi
eline fırçayı aldı boyadı
öncesi
gecenin rengiyle siyah bir tuval gibiydi etraf
sonrası
ağır ağır renklenmeye başladı her taraf
gri
mavi
yeşil
sarı
kırmızı
beyaz
birer birer
fırçayla boyar gibi...
sanki birisi...
birisi...
kim ki...
doğayı her gün sürekli böyle boyayan kim...
yeni gün başlamak üzere
sabahın altısı artık
buna
tan ağarmaya başladı denir şiirlerde
hayat başlıyor dedim
kendi kendime...
birden
Çubuklu İstinye arası arabalı vapurunu gördüm
anladım ki
zaman geçmiş farkında olmadan
artık sabahın yedisi
şehir ayaklanmaya başladı bir güne daha
gitme zamanı artık
yollara düzülme anı bu dakikalar İstanbul şehrinde
şehr-i Sıtanbul...
bu bir şanstır
hayata ve yeni bir güne daha başlamak...
soluk almak...
günü yaşamak...
kalan kadar...
geride kaç gün ise kalan...
yaşamı görmek ve sesini duymak
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
bir gün daha...
bir kuş sesi duydum
camı açtım
bahçedeki ağaçtan geliyordu
neydi cinsi bilemedim ama şakıyordu
öyle böyle değil
çok şakıyordu
bu sesi satırlarda tariflemek maharet ister
o kadarda bende yok zaten
anlamak için güzelliğini
sabahın sessizliğinde
duymak lazım bu kuş sesini...
kuş sesi
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
hava serin ama temizdi
tenimde duydum serinliğini ve tazeliğini
derin derin ciğerlerime çektim gözlerimi kapatarak
güzeldi
nefes aldım...
soludum...
temiz havayı soluyabilmek
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
boğaz sakindi
ama
ufak dalgaları kıyının üstünde kırılıyordu
son bulurken karada ses veriyordu kulağa
beton yürüme yolunun altında kalan kıyının dalgaları
dalga sesi
beton yolun altından geliyordu
duymuyordu bile bu sesi
betonlaşan yürekler
beton yolun üzerinde yürüyenlerin hiçbiri
Kanlıca' nın doğal sahilindeki
dalganın sesini...
sanki şöyle diyordu bana
dalgalar ve kıyının toprakları
sabahın kuşluk vaktinde
sessiz seslerinin çığlıklarıyla...
üzerimi betonla kapattılar benim...
görüntümü de örttüler benim...
sesimi duyan var mı...
beton üzerinde yürümeyi tercih ettiler
doğamın üzerinde yürümek yerine
diri diri gömdüler beni buraya
ses veriyordu her yere herkese sanki
duyun sesimi diye...
ve devam ediyordu sanki
farkında bile değil hiç kimse
oysa
beni örtecekler
ve benim suyumu dökecekler üzerlerine
dua ederken
medet umarken
muhtaç kaldıklarında ve gömüldüklerinde...
doğayım ben...
su sesi...
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
bir anda ezanlar okunmaya başladı
sesleri geliyordu karşılarda
Beykoz sırtlarından
Çubuklu taraflarından
İstinye tepelerinden
Yeniköy yamaçlarından
çok uzaktı ama neredeyse sanki bir de Sarıyer' den
sabahın dinginliğinde yayılan ezan sesleri
aynı anda onlarca minareden
suları yalayıp
Anadolu yakasından Avrupa yakasına
Avrupa yakasından Anadolu yakasına
hepsi buluşuyorlardı ortalarda bir yerlerde...
çağırıyorlardı gönülleri ibadete...
ezan sesleri
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
bir araba sesi ve yüksek sesli müziği
bozdu doğanın ahengini
ardından bir erken saat sabah otobüsü
içinde insanlar
kuşluk vakti kalkmak zorunda olanlar...
işlerine gitmekteydiler
biliyorum
çoğu uykusuzluktan ayakta uyumaktaydılar
düşmeyeyim diye tutunurken bir yerlere...
bir karaltı
kocaman bir gemi silueti geçmeye başladı uzaktan
bir yük gemisi
ya da bir tanker olmalıydı
sadece kıç tarafında bir kaç ışık gerisi karanlık
büyük bir demir yığınıydı
motorunun sesi çok derinden geliyordu homurdanırcasına
kocaman...
ardından
bir tane daha bir diğeri daha
sonra
yakınından bir balıkçı motoru ve içindeki adam
küçücük...
tören geçidi yapar gibi bana
geçmekteydiler önümden
boğazın bitmeyen yükü
hepsi
boğazın Beykoz koyunda toplanmıştı bir anda
sabahın erken başlayan saatinde
beşi on geçe ile
beşi yirmi dokuz geçe arası
tüm sesler
kuşlar
dalgalar
arabalar
otobüsler
ezanlar
tankerler
hepsinin sesleri bir arada...
bir anda
önce kısa aralıklar ile ezan sesleri kesildi peş peşe
tankerler geçti gitti
arabalarda otobüslerde ara verdi
ama kuş sesi ve dalga sesi devam ediyordu
güzellerdi
hepsi doğanın sesleriydi
doğanın sesi iyidir
doğa sesi
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
gökyüzü ve deniz
gri ile mavi arası bir renk olmaya başladı yavaşça
kanatlanıp uçarken kuşlar
görünmeye başladı hepsi ufukta
yüzen gemiler de denizde
hem
önde suyu yaran burun köpüklerinin beyazı
hem de
kıç tarafında dümenin yardığı beyaz köpükler
belirginleşmişti artık
mavinin içinde siyah beyaz...
sahilde bir ağaç durur burada
o da netleşti birden
baharın gelmesiyle yeşillenen dallarının arasında yapraklar
bir uçurtma takılmıştı geçen gün
uçarken birden
yeşillerinin arasında rengarenk ve masum
onu uçurtan çocuk gibi
üzerinde kocaman açan bir çiçek gibi
tepesinde öylece durmakta
sessizce...
önümdeler
resmedilmesini seyrettim koltuğumdan tümünün
tan ağarırken kuşluk vakti
tarifledi gözüm hepsini seyrettikçe
filim gibi...
resim gibi...
satırlarımda ki gibi...
sahiller netleşti karanlık siluetin içinde artık
ortaya çıkmaya başladılar yavaş yavaş
sanki birisi geldi
eline fırçayı aldı boyadı
öncesi
gecenin rengiyle siyah bir tuval gibiydi etraf
sonrası
ağır ağır renklenmeye başladı her taraf
gri
mavi
yeşil
sarı
kırmızı
beyaz
birer birer
fırçayla boyar gibi...
sanki birisi...
birisi...
kim ki...
doğayı her gün sürekli böyle boyayan kim...
yeni gün başlamak üzere
sabahın altısı artık
buna
tan ağarmaya başladı denir şiirlerde
hayat başlıyor dedim
kendi kendime...
birden
Çubuklu İstinye arası arabalı vapurunu gördüm
anladım ki
zaman geçmiş farkında olmadan
artık sabahın yedisi
şehir ayaklanmaya başladı bir güne daha
gitme zamanı artık
yollara düzülme anı bu dakikalar İstanbul şehrinde
şehr-i Sıtanbul...
bu bir şanstır
hayata ve yeni bir güne daha başlamak...
soluk almak...
günü yaşamak...
kalan kadar...
geride kaç gün ise kalan...
yaşamı görmek ve sesini duymak
farklı bir duygu bu
hissetmek gerek...
bir gün daha...
Tuncay D. Kalemoğlu
17. nisan. 2018, Kanlıca / İstanbul, 05.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder