31 Mayıs 2021 Pazartesi

BİR BEN VARDI...

ne bir kaç zaman
ne birkaç gün
ne bir kaç saat
ne birkaç dakika
ne bir kaç saniye bile hiç ayrılmadı...

daima benimle birlikte olan 
yanımda hep başka '' bir ben '' vardı...

tuncaydoğankalemoğlu
https://twitter.com/tdkalemoglu 
17. mart. 2021
Sefaköy / Istanbul

11 Mayıs 2021 Salı

FİKRİNİN İNCE GÜLÜ...

 
hay Allah

nasıldı şu şarkıdaki güftenin satırları
hani vardı ya
efendim hoş geldiniz
sefalar getirdiniz gibi bir şeyler idi sözleri...

nasılsınız...
yalnız mısınız...
ne zamandır yalnızsınız
iki aydır mı
peki ama neden sıkıldınız...
merak etmeyin
ben sizi noktalamalarla çizgilerle hiç sıkmayacağım...

yok yok bu değil
tamam bu da vardı
hele ki bu ilk duyulduğunda heyecanlandıran bir güfte olandı
ama esas bu değildi benim aklımın aradığı o bestenin sözleri...
bunlar bir başka güzel bestenin güftesi idi...

benim hatırlamaya çalıştığım şu idi
hani dağlar filan varmış ya galiba bir yerlerde 
ığıl ığıl söylenendi...
bir durun bakayım
şöyle düşüneyim hele bir dem...

hoşgeldin...

tamam 
hatırladım
hoşgeldin...

dağların dumanı varmış ya bir yerlerde...
dağlar aralanmış da biri diğerine hoş gelmişte...
ışıklar gelmiş aralarından dağların dumanının galiba
sonra
ışık içinde kalan yanmış falan...
ışıklar içinde bırakan yakmış filan...

yangın ol sen bana efendim demiş biri diğerine
ben rüzgâr olayım mı demiş aynı o biri o ayrı bir diğerine...
birde gün tutuşsun muş da yansınmış geceler gibi sözler
zamanımız dar demeler...

tamam
böyleydi 
tam da böyle bir şeylerdi sözler güfteler işte...

birde
güfte bu ya günlerden birinde... 

birisi herkesin içinde 
bana bir menemen bile yeter deyince 
şöyle bir şey olmuş birdenbire...

bana bir menemen bile yeter diyen o birisine
bir başka diğeri demiş ki 
o menemeni ben yaparım size...

ardından menemen yapılan o kişi 
artık kimse işte o biri
menemenin verilişinin doğallığı heyecanı karşısında kalmış öylece...

hem alırken
hem yaparken 
hem yerken o menemeni kapılmış bir girdabın içine...
menemeni yapan diğerine...
kimse artık işte o değerine...

sonrası menemeni eliyle değerinden alan o birisi
fısıldayarak sessizce şöyle demiş içindeki kendi diğerine...
söyle ona
o menemenin kavanozunu halen saklıyorum ben dolabımın bir yerinde...

ardından tütününden bir nefes çekip bakmış uzaklara doğru
şöyle söylemiş kendi kendine...
kim anlayabilir ki aslında menemenin bir simge olduğunu...

sonra devam etmiş tekrar konuşurken sessizce kendince
bir şeyler mırıldanıp söylemeye...

dudağından dudağına...
lebden lebe...

pırasam bitti...
bari pazara pırasa almaya gideyim ben demiş kendi kendine...

güfte bu ya
nasıl bir güfte ise 
gitmişte...

hayal bu ya...

Fatma bacı ile konuşmuşlar her zamanki gibi pazarda
köşedeki ahşap tezgahında pırasa satan var ya 
hani o her gittiğinde konuştuğu Fatma bacıyla
peynircinin yanında ki bölümde oturan
Süleyman' ın karısı olan...

Fatma bacı kaç kilo pırasa istiyon bizim oğlan diye sormuş ona 
ardından 
kaşını kaldırıp bakmış yandan kendince
bana bak bizim oğlan demiş 
de bakayım hele 
neler geçiyor senin gözlerinin içindeki o yanan ferinde... 

o da demiş ki Fatma bacıya...

hiç sorma 
yıllar bunca yük ve tecrübe yükledi hem bedene hem akla ama...
bu garip dimağ bu pırasanın seçilmesinde halen çaresiz galiba...

ardından durup şöyle devam etmiş 
bir şeyler daha demiş Fatma bacıya mırıldanarak dudaklarından...
demiş bir şeyler 
ne demişse demiş işte...

yok artık 
daha neler
böyle güfte böyle şarkı sözü mü olur 
yok menemendi 
yok pırasaydı... 

kim bilir belki de bu
muhtemelen lebden lebe söylenen iki çift gözün sözüdür...
belki de çok küçük bir süredeki kocaman bir çok sözün özüdür...

nasıl şeyler bu güfteler anlayamadım ki
büyükler hep böyle mi yazar bu şarkı sözlerini...

karmaşık tedirgin eden ürküten 
bazen yumuşak bir melek misali çok güzel seven...
bazen huysuz bir çingene gibi çok kötü üzen...
güfteler...

yok mu acaba bu güftelerin güzel yazılanı
gizlenmesi saklanması gerekli olmayanı... 
hepsinden de öte hak katında kabul görecek olanı...

yok mu acaba bu güftelerin çocuk şarkıları gibi safı
hani olduğu gibi bozulmamış olan doğalı...
güftelenen satırın  aklına ve vücuduna müdahaleler yapmayacak kadar 
dimağı dingin olanı...

yok mu acaba bir güfte ki istenildiği gibi yer eden yürekte...
havada süzülen bir martı gibi mesela
özgür ve beyaz ucan mavi gökyüzünde...

beyaz...

günahsız...
aldatmasız...
bağımsız...
sahipsiz...
oyunsuz...
hesapsız...
reklamsız...
ne ise kendi kadar...
ne kadarsa o kadar...
özel...

yok mudur acaba  her türlü masumiyeti ve masumiyetsizligi ile 
bir güfte ki 
bir ömür boyu sadece güfteleyene ait kalacak...
mahremini koruyarak sadece güfteleyene mahrem olacak... 

piyasaya teşhir olunmadan...
başkalarının meze sofralarında dillere pelesenk olmadan...
özeline sadık kalıp mahremini etrafa sunmadan...
beyaz bir güfte olan..

yalın...
sade...
doğal...
yeteri kadar az ama öz...
olunabildiği kadar...

kıskanmadan
kıskandırmadan 
ufak büyük oyunlar yapılmadan...

o yazılan güfteler...
bestelerin notalarını sarmalayan dinlenesi güfteler... 

sobada yanan odunun sıcaklığıyla kokusuyla dinlenen güftelerin güzelliğinde...
yanında yaşanılmış o sobanın üstünde ki çaydanlığın sesi gibi huzurlu...

kurulan ev sofrasında ki bir tas çorbadan alınan kaşık sıcaklığının duygusunda...
çorbanın o son kaşığına eşlik eden somunun son lokmasının doyuruculuğu kadar değerli...

çaydanlık sesiyle beraber eski radyodan dinlenen güfteler kadar anlamlı...

anılarımızın 
analarımızın
babalarımızın 
çocukluğumuzun zamanı gibi yalın ve mutlu...

her bir güzel günün bir sonraki daha başka güzel bir günü doğurduğu...

o yaşanan güfteler...
bestelerin nağmelerini saran unutulmayan güfteler...

mesela şunun gibi
'' Çaydanlık Sesi '' yazımdaki gibi
Osman Nihat Akın' ın  Nihavent eserindeki satırları misali
güftesinde dediği gibi...

geçti hayal içinde bunca yıl bir gün gibi...
en eski hatıralar daha henüz dün gibi...

dinlenesi güfteler
hep yanında söylenilsin istenilen kadarı
hani vardır ya küçük bir kız çocuğunun saflığı gibi beyaz olanı...

küçüğüm...

yaşanacak geride kalmış nefesi ve hayatı huzurla yaşatacak...
şunun şurasında ne kadarsa ömrün geride olanını...
mutlu edecek gönül rahatlığıyla huzur dolu...
tadılacak ne kadarsa kalan an ve hak olan kadarını...

dinlerken...
dinlenirken...
dinginken...
gözlerden ırak...
sözlerden uzak güfteler...

sonra

sonrası
hay Allah 
hani o derinlere saplanan güftelerdeki sözler neydi
dur hatırlamaya çalışayım bir dem daha
ben sizi noktalamalarla çizgilerle hiç sıkmayacağım mıydı acaba...

öğretmenim...

sanırım hafızam iyi çalışmıyor artık galiba
yaş yaklaşınca altmış dörde... 
başka bir deyişle altı buçuk kala yetmişe...

ne de hızla geçmekte saatler bu ara...
ayrıca zaman ne de çabuk geçmiş iki ara bir dere...

babamın bir zamanlar bana anlattığı gibi sohbetlerinde
oldukça hızla geçip gidermiş zaten bu günler yaş ilerleyince...
hani o bahsettiği işte...
altmışından sonraki dediği hızla geçen saatler...
kalan o anlar ve artık ne kadar ise geride...

işte böyle sözler vardı bir de bir yerlerde
bu da başka bir yaşanmışlığın güftesi ve özü mü ne...

hep böyle mi yazılır bu güfteler Allah aşkına 
böyle mi bestelenir hep bu nağmeler
yanmalı 
yakmalı
yok mu şöyle akıllı uslu dingin sözler güfteler notalar...

bir şey daha vardı bir yerlerde o güftede
biri diğerine  geç mi gelmiş
öteki diğerine erken mi gitmiş neymiş...
doğru dürüst zaman mı bulamadınız siz 
birbirinizin kapısını çalmaya
bak şimdi
iyice derinleşiyor güfteler ve anlamları bu ara...

ayrıca neler yazılmış güfteye bir bakar mısınız
zaman mı darmış ne
ömür denen sona gelmekte...
günler soyunup geceleri sarsınmış bir de...

dolu
bir dolu sözler 
güfteler 
nağmeler 
besteler
yazılsın bakalım nereye kadar yazılacaksa...

kafasına esen yazıyor...
kafasını üzen esiyor...
kafası bozulan üzüyor...
birileri de güfteleri sessizce okuyor dinliyor düşünüyor yazıyor...
zaman ise akıp geçiyor...

oysa 
illaki bir yaşanmışlıklar var bütün bestelerin içinde 
sözlerinde 
güftelerinde 
sevgiden yana..

ateşli dudakların gamzeli yanakların diye tarif edende...
o günkü gördüm seni diyende...
kadının olmak istiyorum cevabı verende...
ellerin ellerimde leblerin leblerimde diyerek
yaktın ah yaktın beni diye anlatan erkekte...
kokunu özlüyorum diyerek sevende...
nefesini boynumda hissetmek istiyorum diye söyleyende...
fark etmeden senin olmuşum sözünü zikredende...
çatalkaram çingenem k.a.d.ı.n.ı.m karadutum diye tarif ettiğini çizen şairde...

satırlar
güfteler
sözler...
sevenler
sevilenler...
hepsinin
herkesin
birilerinin...
ya hiç unutamadığı biri var mısralarında...
ya da anıları yaşadıkları fikirleri var akıllarında...

nasıl bir duygu seli yazdırıyorsa bunları onlara 
bu güfteleri 
bu mısraları 
bu satırları...

bilmeyenin asla erişemeyeceği...
erişemeyenin de asla bilemeyeceği...

sorabilirseniz sorun bakalım Bedri Rahmi Eyüboğlu' na
kendince nasıl bir karadutu vardı yazılarında...
ne anlatabilirdi ki başka Bedri Rahmi karadut şiirinde ki o satırlarında
yazdıklarının haricinde ki mısralarında...
bunu belki kitabı okuyan hisseder kendince...

sorabilirseniz sorun bakalım Muallim İsmail Hakkı beye
kendince nasıl bir fikrinin ince gülünü anlatmıştı güftesinde...
ne yazabilirdi ki başka İsmail Hakkı fikrimin ince gülü dediği kadını hakkında
oradaki duygularının haricinde güftesinde ve Acemkürdi makamında...
bunu belki eseri söyleyen hisseder kendince...

güftelerde olan mı...
güftelerden kalan mı...

öksüzdür hissedilen duygu güftelerde yazılarak artık sıralanamayacak kadar...
hayaldir sadece güfte satırlardan geride kalarak artık sarılanamayacak kadar...
dünyası başkadır sensiz güftenin yaşar kendi yolunda...
o sebeple başkasının olanıdır o saf duygularla artık sarmalanamayacak kadar... 

bu ya birisinin karadutu gibi bir değeridir kendi hülyasında...
Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi...
ya da başka birinin içindeki fikrinin ince gülü gibi bir değeridir kendi dünyasında...
Muallim İsmail Hakkı Bey gibi...

ya da
birileri veya birisi gibi...

zordur başkasının değerine ait besteye güfte dizmek...
ötesi daha da zordur o güfteyi uzaktan paylaşmak ve hissetmek...

esas zor olan hissedilen o güftenin yokluğudur...
ama daha zor olan
hissedilen güftenin yokluğuyla yaşamanın zorluğudur...

hepsinden de zor olanı ve durduranı ise şartlardır...
günah olduğudur... 

küçüğüm...

TDK
tuncaydogankalemoglu
12.mayıs.2021
02.02
Istanbul Sefakoy