29 Kasım 2016 Salı

bazen her şey o söz ile başlar, o söz ile biter...


neyse o
kimin ağzından çıkmadı ki
öncesi bizim
sonrası herkesin olan
en çokta gidene ait olan...

ya yıkar
ya yapar
ya çok uzun zamanı yıkar
ya çok uzun zamanı yapar

ya biti-rendir
ya başlatandır
ya katlanılan-dır
ya sevindirendir
ya yer-indirendir

herkes kendine göre yorumlar...

çıktığı an ağızdan
sana ait olmayan
toparla toparlayabilirsen
öyle veya böyle
yırtınsan geri dönüşü olmaz

farkındaysan arkasından öylece bakıp kaldığın...
farkında değilsen öylece kendince yaşadığın...

bazen her şey o söz ile başlar...
bazen her şey o söz ile biter...

Tuncay D. Kalemoğlu
29.Kasım.2016, Antalya.




9 Kasım 2016 Çarşamba

HİSSETMEK LAZIM HASAN AĞABEY...


HİSSETMEK LAZIM HASAN AĞABEY...
(10.Kasım.2005,saat 04.00-İstanbul)

el adamının tarlasında çapa sallayıp ot biçip hizmet edenlere...
devşirilenlere...
Hasan ağabeye... 
masonlara...
TDK


işte şu an orada hissedenler
saat dokuzu beş geçe...
Dolmabahçe'de...
.
ancak
kabul
abartmadan
tabulaştırmadan
ama unutmadan da...

yüzüme bakıp
biraz abartmıyor musun demiştin Hasan ağabey
belki haklı idin ustam...

ama bırak da biraz abartayım bu gün
bu günün şartları abarttırıyor bana
ve seninle beraberken yaşadıklarım...

aslında benimkisi abartılı geliyor sana
hiç hissetmeyenlerin mekanında
başkalarının 
el adamının değerlerini hissedenlerin yanında
mason mahfillerinde Hasan ağabey

vallahi de billahi de ben kendi halimde biriydim
ve de halen öyleyim bilirsin
sahi bilir misin

demiştim sana ben düz bir adamım
sadece dilimi tutamıyorum bazen
duygularımı da...

ama
böyle hissediyorum işte zorla değil ki
bu günün şartları abarttırıyor Hasan ağabey
kardeş denen zavallıların devşirildiği senin ortamlarında...

sadece rozet takmakla olmuyor 
yetmiyor da zaten
resmini de duvara asmakla hele hiç
hele bayrak dikmekle hiç olmuyor galiba...
Gazinin bu mahfilleri kapattığını bile bile 
Atatürkçüyüm deme riyakârlığı ise
mide bulandırıyor...

hissetmek ve anlamak da gerek Hasan ağabey
yoksa
kurtuluş yok galiba...

etrafım dolu olsa gerçekten anlayanlarla
tanrı şahidim olsun
sesim çıkmaz işime bakarım
ya da yaşamıma...

ama korkum
ne işimiz
ne de yaşamımız kalacak böyle giderse...
ne tarlamız
ne vatan
ne de vatan toprağı...
erozyon gibi yavaş yavaş yok olup gidecek fark edilmeden...

ancak yazık
farkında değil çoğunun aklı devşirilmekten...
alacaklar hepsini elimizden...
yobazın dan sivil örümceğine...
bütün tanıdıklarım çapa yaparken el oğullarının tarlasında...
senin bildiğin tarlalar da...
mason localarında Hasan ağabey

yoksa benim ne işim var bunlarla
boş vaktim olsa kafamı kaşıyacağım
ya da olacağım beni arayan oğlumun yanında Hasan ağabey

ama tanrı aşkına
bugün izin ver bana hiç değilse
şu 10 Kasımda beş on dakikalığına...
hissettiğim kadar abartayım kendimce
paylaşayım birileriyle...

inan bana
derdim bir paye çıkartmak değil
yada bu yolla bir yerlere yamanmak...
yaranmak hele hiç değil...
kabullendirmek değil kendimi paylaşmak istemekle...

bilirsin
olsaydı öyle zaaflarım terk etmezdim seni de
Gazi’nin kapattığı bana uymayan mason mahfilini de

senin yerini de
değer verdiğiniz el adamının tezgahını da...

ama yazıyorsa bu kalem sabahın kör saatinde
galiba sebep olan şu ki
duygu gerek
iç güdü gerek
hissetmek gerek Hasan ağabey

belki düşündürebilirim birilerini düşünmeyenleri
öyle olması gerekenleri...
derdim benim ülkem ve ülkem insanı ile Hasan ağabey...

inan bana yok başka bir düşüncem
sadece 
etrafımda paylaşacak birilerine ihtiyacım olduğundandır
bilirsin
yapmam
söylemem hissetmediğimi yüzde doksan...
yüzde on da benim marjım olsun hatalarım için Hasan ağabey...

ama ne olursun şimdi ş
u an 
beş on dakikalığına
bırak abartayım ve hissedeyim kendimce
zaten yalnızım rol yapacak halimde yok kimseye
sonra işlerim var kendimce gideceğim Hasan ağabey...

birileri düşünürse diye
yalap şap değil
gerçekten düşünürse diye yazmamın sebebidir...

gel sana bir sırrımı vereyim
bende şaşırıyorum yazdıklarıma
daha doğrusu nasıl yazabildiğime

hiç bilememiştim kalemin bu kadar güçlü olabildiğini...
hiç bilememiştim kalemle bu kadar güçlü olunabileceğini...


ama galiba sebep olan şu ki üstadım
duygu gerek hissetmek gerek Hasan ağabey...

çok yakın şu an dokuzu beş geçeye
sanırım biraz ufaktan ufaktan içim sızlıyor...
bırak abartayım hiç değilse beş on dakikalığına...
sirenler çalmadan...
gözler yaşarmadan...
içten...

sonra gideceğim
işlerim var zaten Hasan ağabey...


Tuncay D.Kalemoğlu
(10.Kasım.2005,saat 04.00,arşiv den)

ON KASIM RİTÜELİM, HİSSETMEK LAZIM HASAN AĞABEY...TDK

'' Atatürk rozeti ve resmi takıp-asıp, onun yok edilmesini zehirlenmesini ve yok etmek isteyenleri fark etmeyenlere... Hissetmeyenlere... Ya da bilip de bilmezden gelenlere riyakarlara... Zayıf iradeli olanlara... Mason tarikat localarındaki ritüeller ile devşirilenlere...
Masonlara... TDK ''


BANA AİT MEKAN'DA,
BANA AİT OLAN RİTÜEL...

Tarih 9.Kasım 2004.
Saat 23 civarı.
İstanbul'da bir otel odası.
Gece yarısına az kala oğlum ile görüşmüştüm,
''Hadi baba gel artık '' demişti...
Ertesi gün saat 10.30 'da bir iş görüşmesi vardı.
''Bitsin geleceğim. '' demiştim ona, hatırlıyorum.

Gazi için ilk satırlarımı o gece yazdım.
Satırlarım ile yalnız kaldığım ikinci gece...
Tek başıma, her zaman olduğu gibi...
Saat 24'ü geçe aklıma gelmişti Gazi ve kelimeler dökülmüştü ardından.
Gece yarısı,
sabaha karşı...

Aynen bu gün olduğu gibi...
9.Kasım.2010,saat 23 civarı, Muğla'da bir otel odası.
İş seyahati.
Her ne hikmetse gecenin sessizliği ve sakinliği yazdırıyordu bana...
Gazi için yazdığım ilk yazıdan sonra altı yıl geçti aradan.

İlk yazımı, 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI, 29. Ekim. 2004 de yazmıştım.
O günden 10.Kasım.2004' e kadar on iki gün geçmişti..
O sabaha karşı ikinci yazımın satırlarını tamamladığım zaman saat dört civarı idi.
Gazi için ilk yazım...

Mason olan locamdan tanıdığım ve sevdiğim bir kişiye hitaben yazdığım bir yazımdı...
Başlığı şöyle koydum...

'' Hissetmek Lazım Hasan Ağabey...''


***

10.Kasım 2004.

Saat sabahın erken saatleri, 04.00 civarı. Yazım yeni bitmişti. Bu hayatımda '' Satırların Yazanı...'' olarak ikinci yazdığım yazıydı ama Gazi için hayatımda yazdığım ilk yazımdı...

'' Hissetmek Lazım Hasan Ağabey...''

Beşiktaş'ta yapılacak yeni bir otel inşaatının bizimle ilgili iş toplantısına yaklaşık 6,5 saat vardı. Kalktım gittim desen üç saat uyku kalmıştı geriye. Yazıma başlarken Dolmabahçe' ye gitmeye karar verdim. Beni otelden alacak arkadaşa mesaj çekip erken gelmesini söyledim.
Sabah beni almaya geldiği zaman sordu.

'' Nereye ? ''
'' Dolmabahçe Sarayına gideceğiz önce ''
 dedim.

***

Arabayı park ettik,
öğrenci ve halk kalabalığı ile Dolmabahçe kapısından içeri girdik.
Uzaktan kalabalığın değil birkaç başka insanın yürüdüğü merdivenlere yöneldim.

Görevliye,

'' Günaydın '' dedim ve devam ettim...
Karşılık verdi ve bir şey sormadı.

İçeri girince sandalyeler ve bir kürsü vardı. Belli ki sunum olacak idi. Saat dokuza on dakika civarı kadar olmalı idi. Kürsü arkasında bir kapı, iki görevli, ve içeri giren bir kaç kişi vardı. Belli ki yukarıda başka bir yere, tahminim Gazi' nin hayatını kaybettiği odaya giden kapıydı...

Arkadaşıma,

'' Beni takip et '' dedim ve kapıya gittim.
'' Nereye '' diye bağırdı arkamdan.
'' Gazi'nin odasına '' dedim...

Kapıda ki görevliye karşılık vermesini istediğim bir ses tonuyla, ki o ruh haline çoktan girmiştim, sordum...

'' Yukarısı kalabalık mı? ''
'' Evet '' dedi.
Sanki denetleyen biriymişim gibi...
'' İyi '' diye cevap verdim ve içeri yürüdüm...
Geri dönüp arkadaşıma,
'' Beni takip et. '' diye seslendim.
Arkamdan yetişmek için koşturuyordu.

İçeri girerken tam önümden koşarak bir bey, elinde çiçek, hızla merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Belli ki Ata'nın odasına gidiyor idi...
Arkasından hızla yürüyordum, arkadaşımda benim ardımdan.
Birden öndeki bey durdu ve bana,

'' Kimsiniz siz '' diye sordu.

Tereddütsüz elimi cüzdanıma attım, kimliğimi çıkarttım, ve adımı söyledim.
Ve ardından,

'' Lütfen bizi Ata'nın odasına götürün. '' dedim.
'' Peki '' diye cevap verdi...

Kimliğime bakmamıştı bile...
Oysa gösterdiğim Orduevi giriş kartımdı...
Uzattığım mesafeden en az üç metre ileride durup bana bakıyordu...

Haklıydım,
Gazi'nin son nefesini verdiği odaya gidiyordu ve biz de oradaydık işte...
Tören saatine belki de beş dakika kalmıştı. Kendime ufak ufak yer açtım ve ön taraflarda bir yerde durdum. Bir dolu insan arasında tanıdığım tek kişi Halit Kıvanç idi. Yanında on yaşlarında bir erkek çocuk, elinde çiçek, saat 09.05'i bekliyorlardı. Diğerleri ile beraber.

***

Tören bitti,
hemen dışarıdaki salona başka bir seremoni için davet ettiler.
Herkesin çıkmasını bekledim, arkadaşıma küçük kameramı verdim ve beni görüntülemesini söyledim.
Ata'nın yatağının baş ucunda kendimce saygı duruşumu yaptım.
Ve oradan ayrılıp çıktık.

Her şey yaklaşık yirmi beş dakikada olmuştu...
Oraya beni götüren sadece ve sadece istemem ve kararlılığım idi...
Hiç bir engel önüme çıkmamıştı, daha doğrusu çıkamamıştı...
Ne bir gizlilik ne de bir kaçamak yapmıştım. Her görevliye ya selam vermiştim, ya kimlik göstermiştim, adımı söylemiştim.
Sivil bir vatandaş kimliği...
Ama bakıyormuş gibi yapıp bakmıyorlardı bile. Bende gördükleri kimlik onlara yetiyordu, bunu biliyordum...
Arkadaşımın dediğine göre bana geçip giderken selam veriyorlarmış.

Evet vermeliydiler.
Onlar benim kararlı duruş ve sorularım ile beni mutlaka bir görevli sanmışlardı.
Etrafımda ki bazıları gibi...
Komik...
Evet ben onların düşündüğü gibi bir görevli idim.
Ama resmi veya herhangi bir görevli değil,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün düz bir vatandaş görevlisi idim...

Hem bu duygu,
hem sabahın köründe yazdığım satırlar,
hem de her ne derseniz deyin...
Bana oraya gitme hakkını vermişti...
Aslında bu hakkı ben kendime vermiştim...
Ve gittim de...

Ne konuşmalar,
ne törenler,
ne söylenen onca sözler, laflar,
ne de atılan nutuklar umurumda değil idi.
2004...
Otuz sekiz den bu yana 67 yıl...
Bu nutuklar atıla atıla
ne Gazi' yi,
ne kurduğu Cumhuriyet'i,
ne de silah arkadaşlarının döktükleri kanın değerini anlamıştık...
Ne de korumuştuk...
Ama pek de güzel törenler yapmasını biliyorduk...

Bu gün 2010...
Durum aynı değil,
daha vahim...

Devşirilen sözde çağdaş akıl sahipleri Masonlar ve diğerleri , bağnazlaştırılan sözde dini inançlar sahipleri, tarikatlar...
Aynı ''el adamı '' nın (larının) farklı oluşumlarında kullanılanlar...  Ne yazık ki bunun böyle olduğunu kabul ettiremezsiniz bile kendilerine.
Kendi değerlerimize konmak yerine başkalarının değerlerine tüner-lerken...
http://tdkalemoglu.blogspot.com/2010/10/tuner.html )
Sonunda onun,
yani Gazi'nin ve bu Cumhuriyet'i kuran Kuvayı Milliye ruhunun ne kadar gereksiz olduğunu bile konuşur oldular...

Ama,
Kazanamayacaklar...
http://tdkalemoglu.blogspot.com/2010/09/kazanamayacaklar.html )

***

Ben o gün,
Gazi'nin son nefesini verdiği odada ve yatağının baş ucunda,
kendimce,
Gazi'ye, bana ve ülkeme ait bir mekanda kendi ülkemin değerlerini bir kez daha hissettim...
Cumhuriyet'imizin kurucularından birini ve fedakar evladını son nefesini verdiği yatağında andım, teşekkür ettim, saygımı gösterdim...
Ve

orada 
Gazi nin odasında kendi ritüel-imi uyguladım...

'' EL ADAMI '' nın gizli mabedinde '' EL ADAMI'' nın Gazi yi zehirleyenlerin  MASON ritüelini uygulamak yerine...

Antalya Vadisi Güney Yıldızı Locası Ustalık törenini ve girdiğim Masonluğun devamını reddedip elimin tersiyle bu PAGAN tarikatını hayatımdan defederek...

Islak imzalı ayrılık belgemi de onlardan alarak...

Bilgisizce ahmaklıkla ve zayıflıkla hayatımın sarı vesikası olan ve yaptığım hatadan Masonluktan çıkarak...


Tuncay D.Kalemoğlu
10.Kasım.2010,Muğla.
www.tdkalemoglu.blogspot.com


***


HİSSETMEK LAZIM HASAN AĞABEY...
(10.Kasım.2005,saat 04.00-İstanbul)

işte şu an orada hissedenler
dokuzu beş geçe
orada olamasalar da
ancak
kabul
abartmadan
tabulaştırmadan
ama unutmadan da

yüzüme bakıp
biraz abartmıyor musun demiştin
Hasan ağabey
belki haklı idin ustam
ama bırak da biraz abartayım bu gün
bu günün şartları abarttırıyor bana
ve seninle beraberken yaşadıklarım
aslında benimkisi abartılı geliyor sana
hiç hissetmeyenlerin
başkalarını hissedenlerin yanında
Hasan ağabey

yoksa
vallahi de billahi de ben kendi halimde biriydim
ve de hala öyleyim
bilirsin
sahi bilir misin

demiştim sana
ben düz bir adamım
sadece dilimi tutamıyorum bazen
duygularımı da
ama
böyle hissediyorum iste zorla değil ki
bu günün şartları abarttırıyor
Hasan ağabey

sadece rozet takmak da yetmiyor
resmini de duvara
hele bayrak dikmekle
hiç
hissetmek ve anlamak da gerek
yoksa
kurtuluş yok galiba

etrafım dolu olsa gerçekten anlayanlarla
tanrı şahidim olsun
sesim çıkmaz işime bakarım
ya da yaşamıma
ama korkum
ne işimiz
ne de yaşamımız kalacak böyle giderse
ne tarlamız
ne vatan
ne de vatan toprağı
erozyon gibi yavaş yavaş yok olup gidecek fark edilmeden
ancak yazık
farkında değil çoğusu
alacaklar hepsini elimizden
yobazın dan sivil örümceğine
bütün tanıdıklarım çapa yaparken el oğullarının tarlasında
senin bildiğin tarlalar da
mason localarında
Hasan ağabey

yoksa benim ne isim var bunlarla
boş vaktim olsa kafamı kaşıyacağım
ya da olacağım beni arayan oğlumun yanında
Hasan ağabey

ama tanrı aşkına
bugün izin ver bana hiç değilse
şu beş on dakikalığına
hissettiğim kadar abartayım kendimce
paylaşayım birileriyle
inan bana derdim bir paye çıkartmak değil
yada bu yolla bir yerlere yamanmak
yaranmak hele hiç değil
kabullendirmek değil kendimi paylaşmak istemekle
bilirsin
olsaydı öyle zaaflarım terk etmezdim
seni de
Gazi’nin işaret ettiği bana uymayan

senin yerini de

ama yazıyorsa bu kalem sabahın kör saatinde
galiba sebep olan şu ki
duygu gerek
iç güdü gerek
hissetmek gerek
Hasan ağabey

belki düşündürebilirim birilerini
düşünmeyenleri
öyle olması gerekenleri
derdim benim ülkem ve ülkem insanı ile
Hasan ağabey...

inan bana yok başka bir düşüncem
sadece etrafımda paylaşacak birilerine ihtiyacım olduğundandır
bilirsin
yapmam
söylemem hissetmediğimi yüzde doksan
yüzde on da benim marjım olsun hatalarım için
Hasan ağabey

ama ne olursun şimdi
su an
beş on dakikalığına
bırak abartayım ve hissedeyim kendimce
zaten yalnızım
rol yapacak halimde yok kimseye
sonra işlerim var kendimce
gideceğim
Hasan ağabey

birileri düşünürse diye
yalap şap değil
gerçekten düşünürse diye yazmamın sebebidir
gel sana bir sırrımı vereyim
bende şaşırıyorum yazdıklarıma
daha doğrusu nasıl yazabildiğime

hiç bilememiştim kalemin bu kadar güçlü olabildiğini
hiç bilememiştim kalemle bu kadar güçlü olunabileceğini

ama
galiba sebep olan şu ki
duygu gerek
hissetmek gerek
Hasan ağabey

çok yakın şu an dokuzu beş geçeye
sanırım biraz
ufaktan ufaktan içim sızlıyor
bırak abartayım hiç değilse beş on dakikalığına
sirenler çalmadan
gözler yaşarmadan
takiyyesiz
içten
sonra gideceğim,
işlerim var zaten
Hasan ağabey

Tuncay Dogan Kalemoglu
(10.Kasım.2005,saat 04.00,arşiv den,)


***

'' Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün milli değerlerinden, silah arkadaşlarının hayatlarını feda ettikleri Allah ve vatan sevgisinden yoksun olanlar,
bir gün bunlara ihtiyaç duyarlar ve muhtaç kalırlar...
Tuncay D.Kalemoğlu. ''

***